
Sultanahmet’de günübirlik bir turla tam gün gezdikten, Ayasofya’dan başlayıp Zeyrek’e uzanan bir rotada yürüdükten sonra bu bölgeyi daha fazla ziyaret etmeliyim demiştim kendi kendime. Tarihi Yarımada öyle zengin alternatiflere sahip ki, her köşesinde geçmişin izlerini bulmak mümkün.
Topkapı Sarayı’nın bahçelerine komşu olan, Gülhane Parkı’nın hemen yanı başındaki Osman Hamdi Bey yokuşundan çıkılan İstanbul Arkeoloji Müzeleri ise, Tarihi Yarımada içindeki bambaşka bir vaha gibi adeta.
Yüzlerce yıllık tarihi eserlerin arasında dolaşırken, buradaki her eser size bir şeyler anlatmak için sabırsızlanıyor sanki. Hazır mısınız, tarihle tatlı bir bağ kurup, geçmişin hikayeleri ile sohbete başlamaya 🙂
Önemli Bilgiler ve İçerik:
- İstanbul Arkeoloji Müzeleri Hakkında:
- Müzenin tarihçesi, koleksiyonları ve önemi hakkında genel bilgilere buradan erişebilirsiniz.
- İstanbul Arkeoloji Müzeleri Nerede?:
- Müzenin konumu ve ulaşım bilgileri için buraya tıklayabilirsiniz. İstanbul Arkeoloji Müzeleri, İstanbul’un Fatih ilçesinde, Topkapı Sarayı’nın hemen yanında bulunmaktadır.
- İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde Müzekart Geçerli mi? Giriş Ücreti nedir?:
- Müze giriş ücretleri, müzekart geçerliliği ve diğer ziyaret bilgileri için buraya tıklayabilirsiniz. İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde Müzekart+ geçmektedir.
- İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ne Ne Kadar Zaman Gerekli?:
- Müzenin ziyaret süresi hakkında bilgi almak için buraya tıklayabilirsiniz. Kişiye göre değişmekle birlikte ortalama ziyaret süresi 3-4 saattir.
- İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde Hangi Eserler Var? Hangi Sırayla Gezmeli?:
- İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde bulunan eserler ve öneri olarak sunulan gezme sıralaması hakkında detaylı bilgilere buradan ulaşabilirsiniz. Müzede Tanrı Bes Heykeli, Sidon Kral Nekropolü Salonu, Anadolu Tipi Lahitler, Antik Çağ Heykelciliği gibi birçok önemli eser bulunmaktadır.
İstanbul Arkeoloji Müzeleri Hakkında

İstanbul Arkeoloji Müzeleri; Arkeoloji Müzesi, Eski Şark Eserleri Müzesi ve Çinili Köşk Müzesi’ni içine alan bir müze kompleksi. İstanbul Arkeoloji Müzesi, Osmanlı Dönemi’nde inşa edilir ve müze müdürlüğüne Osman Hamdi Bey atanır. Türkiye’nin ilk müzesi olma nişanesini taşıyan İstanbul Arkeoloji Müzesi, barındırdığı koleksiyon ile de Türkiye’de müzeciliğin yıldız eseri. Bu sebeple bölgedeki en kıymetli yerlerden de biri. Müze binasının kendisi dahi tarihi eser özelliği taşıyor. Neo-klasik yapıda 1887 yılında inşa edilen müze binası bugün tüm azameti ile müze meydanını süslüyor.
Müzenin tarihçesi hakkında detaylı bilgi için müzeye ait resmi web sitesinden faydalanabilirsiniz:
İstanbul Arkeoloji Müzeleri Nerede?

İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ni içine alan meydana, Gülhane Parkı girişinden sonra sağa doğru uzanan Osman Hamdi Bey yokuşundan ulaşım sağlanıyor. Topkapı Sarayı içerisinden de geçiş olduğunu okudum, ancak en yaygın kullanılan ulaşım yolu Gülhane Parkı kapısından sağlanıyor.
Müze meydanına ulaştığımda sanki gizli bir bahçeyi keşfetmiş gibi bir duyguya kapıldım, çünkü Tarihi Yarımada içerisinde olup da sürekli gördüğümüz diğer yerlere benzemiyor burası. Biraz daha kendi halinde ve kendine özel bir alanı var.
Müze gişelerinden geçtikten sonra hemen solda bulunan bina Eski Şark Eserleri Müzesi. Müze benim ziyaret ettiğim sırada restorasyonda olduğu için ziyarete açık değildi.
Müze meydanına geldikten sonra sağda uzanan yapı İstanbul Arkeoloji Müzesi ana binası. İki katlı binanın her iki katında da farklı çağlara ve konseptlere ait olarak sergi salonları bulunuyor. Müze ziyareti sırasında en çok vakit geçireceğiniz müze binası burası.
Arkeoloji Binası’nın hemen karşısında bulunan köşk ise 1457 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılmış olan Çinili Köşk. Köşkün kendisi de yine aynı şekilde tarihi eser olma özelliğini taşıyor. İçerisindeki odalarda farklı yöre ve dönemlere ait çiniler sergileniyor.
Adres: Cankurtaran Mh., Gulhane Parki Iceri Yolu, 34122 Fatih/Istanbul, Türkiye
İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde Müzekart Geçerli mi? Giriş Ücreti dedir?

Müze Giriş Ücretleri:
Güzel haber şu ki, İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müzekart+ ile ziyaret edilebiliyor. Online müzekart alabileceğiniz gibi, müze girişindeki kart satış noktasından basılı kart da alabilirsiniz. Eğer mevcutta Müzekart+’ınız varsa (online ya da basılı) girişteki uzun kuyruğu beklemenize gerek yok.
Müze Ziyaret Saatleri:
Her gün ziyarete açık olan müzeyi 09:00 – 18:30 saatleri arasında ziyaret edebilirsiniz.
Ancak mevsimlerde ziyaret saatlerinde farklılıklar olabileceğinden, müzeye ait güncel ziyaret saatleri ve ücretleri resmi web sitesinden bulabilirsiniz:
İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ne Ne Kadar Zaman Gerekli?



İlk gittiğim haftasonu müzeyi gezmek için 1,5 saatim vardı ve kesinlikle yetmediğini söyleyebilirim 🙂 Bu sebeple bir sonraki haftasonu daha mantıklı bir plan dahilinde tekrar ziyaret ettim. Dura dinlene, hatta müze cafe’de kahve molası vererek sadece İstanbul Arkeoloji Müzesi binasını hakkıyla gezmek için 3-4 saat gerekli. Çinili Köşk için de 30-45 dk civarında zaman ayrılabilir. Eski Şark Eserleri Müzesi ise şu an restorasyonda olduğu için kapalı.
Müze giriş katında müze mağazası bulunuyor. Ziyaretiniz sonrasında size anı kalacak kitap, magnet ya da diğer hediyelik eşyalardan satın alabilirsiniz. Müze mağazası da müze ile birlikte kapandığından ziyaret sürenizi bu yönde planlayabilirsiniz.
İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde Hangi Eserler Var? Hangi Sırayla Gezmeli?

İstanbul Arkeoloji Müzesi alt katında 20, üst katında 16 olmak üzere toplam 36 sergi salonundan oluşuyor. Muazzam bir koleksiyon gerçekten. Her bir heykele, resime, lahite bakarak, inceleyerek gezmek çok etkileyici bir deneyim.
Başlıca sergiler Sidon Nekropolü Kazısı, Anadolu tipi lahitler, Antik Çağ ve Helenistik Dönem Heykelciliği, Trakya bölgesi eserlerinden oluşuyor. Hepsi muhteşem ve çok etkileyici. Müzede bulunan eserler tarihi dönemlerine göre ayrılmış durumda, gerekli yönlendirmeleri takip ederek kronolojiye uygun ilerleyebilirsiniz.
Benim genel sıralamam öncelikle alt katta Sidon Nekropolü Kazısı, Lahitler, Antik Çağ Heykelciliği salonlarını sırayla gezdikten sonra, üst kata yönelerek Trakya Salonlarını gezmek ve İstanbul Arkeoloji Müzesi’ni tamamlamak oldu. Ardından bahçeye çıkıp, Çinili Köşk’e geçerek orayı da gezdiğimde tüm müze ziyareti tamamlandı 🙂
Tanrı Bes Heykeli:

Müzeye girdiğinizde sizi ilk olarak Arkeoloji Müzesi’nin ünlü heykeli olan ve oldukça devasa bir boyuttaki (yaklaşık 4-5 metrelik) Tanrı Bes Heykeli karşılıyor. İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde bulunan Tanrı Bes heykeli, Mısır mitolojisinde önemli bir tanrı olan Bes’i tasvir ediyor. Bu heykel, Mısır’ın Geç Antik dönemi olarak kabul edilen ve M.Ö. 664 ile M.S. 332 yılları arasını kapsayan döneme tarihleniyor.
Bes, genellikle hamile ve lohusa kadınları, anneleri ve çocukları koruyan bir tanrı olarak betimleniyor. Mısır mitolojisine göre Cüce Tanrı olarak da betimlenen Bes’in, bir yandan vahşi görünümlü, diğer yandan komik bir cüce olarak evleri koruduğuna inanılırmış. Bu sebeple evlerde Tanrı Bes için özel köşeler hazırlandığı düşünülüyor.
İstanbul Arkeoloji Müzesi girişinde bizi karşılayan Bes’in elinde başının yerinde bir oyuk bulunan bir aslanı bacaklarından tutarak sarkıttığı görülüyor.
Sidon Kral Nekropolü Salonu:

Müze binasına girdiğimizde girişte bulunan Tanrı Bes Heykeli’nden sonra müzenin sol kanadındaki salon olan, müzenin incisi, en etkileyici salonlarından biri ve hatta müzenin var oluş sebebi diyebileceğimiz Sidon Kazısı sonrası çıkarılan tarihi eserlerin sergilendiği Sidon Kral Nekropolü Salonu ilk durağımız.
1887 yılı başında bugünkü Lübnan sınırlarında bulunan Sayda (Sidon) kenti yakınlarında ilgili mevkiin o günkü sahibi, aldığı yerel izinle taş ocağı işletmek için kazıya başlar. Elbette büyük sürprizin farkında değildir. Kazısı sırasında altında mezar olması muhtemel bir kuyu bularak, kaymakamlığa haber verir. İlgili makamların incelemeleri ve kazıları sonucunda içinde tarihi lahitler bulunan yedi mezar odası açılır. Sultan II. Abdulhamit, Osman Hamdi Bey’i Sayda’ya gidip bu değerli tarihi eserlerin yerlerinden çıkararak İstanbul’a taşınması için görevlendirir.

Tüm dünyada da geniş yankı uyandıran bu keşif sonucunda, içinde İskender, Ağlayan Kadınlar, Satrap, Likya ve Tabnit Lahdi gibi oldukça değerli lahitler olan 18 lahit İstanbul’a getirilir. II.Abdulhamit bu eserlerin muhafaza edilmesi için özel bir yapı inşa edilmesini ister ve günümüz İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin yapımı böylece başlar. Türkiye’nin ilk müze binası olan bu yapı 1891 yılında açılır. Bu sebeple İstanbul Arkeoloji Müzesi tarihçesi açısından da bu kazı ve kazıda çıkarılan tarihi eserler ayrı bir öneme sahiptir.
Bu salonda Tabnit Lahdi, Likya Lahdi, Satrap Lahdi, Ağlayan Kadınlar Lahdi ve son olarak da müzenin en tanınmış eseri olan İskender Lahdi sergileniyor. Her bir eser hakkında da müze duvarlarında oldukça açıklayıcı bilgileri içeren yazılı tabelalar bulunuyor. Müzenin en etkileyici salonlarından biri olduğunu kesinlikle söyleyebilirim.
Anadolu Tipi Lahitler:

Bu salonun en ünlü ve en etkileyici arkeolojik eseri 2 metre uzunluğundaki oldukça dikkat çekici yapısı ile hiç şüphesiz Sidamara Lahdi. Lahitle karşılaştığınızda üzerinde bulunan oldukça detaylı kabartmalar ve dekoratif işlemeler kendisine hayran bırakıyor.
Antik dünyanın en büyük lahitlerinden biri olarak değerlendirilen ve tonlarca ağırlığa sahip olan bu devasa lahit, Karaman’da bulunan Sidamara Antik Kenti‘nde 140 yıl önce keşfedilmiş. Roma Dönemi M.S. 250’li yıllara tarihlenen sütunlu Anadolu tipi Sidamara Lahdi, yakın dönemde eksik parçası olan Eros Başı’na da kavuşmuş. Bu görkemli lahdin meşakkatli yolculuğu ve Eros Başı’na kavuşması hakkında da müzede detaylı bilgiler verilmiş.
Antik Çağ Heykelciliği:

Hem çok eğlenerek ve merakla, hem de çok etkilenerek gezdiğim salonların arasında Antik Çağ Heykelciliği’ne dair salonlar var. Öncelikle yıllara meydan okuyan, binlerce yıl önceki insanların ellerinden çıkmış eserlerin bugün karşısında durarak bakabilmek bana zaman tüneline girmeyi anımsatıyor ve çok etkileniyorum.
Oldukça güzel yönlendirmeler ve açıklamalar ile devam ediyor müze gezisi. Antik Çağ Heykelciliği’ne ayrılan kısım girişte bulunan Tanrı Bes Heykeli’nden sonra müzenin sağ kanadında karşımıza çıkıyor. Tarihi açıdan da ilgili dönemlere göre ayrılmış olan ve kronolojk devam eden salonlarda aşağıdaki eserler özellikle kaçırılmaması gerekenler arasında.
Arkaik Dönem Heykeltraşlığı:
Arkaik Dönem, antik Yunan sanat ve tarihindeki, genellikle MÖ 750 – 480 yılları arasını kapsayan dönemi ifade ediyor. Bu salonda en belirgin eserlerin başında müzeye de ilk gelen eserlerden biri olan, genç erkek figürlerini temsil eden arkaik baş heykeli (Kouros Başı) sizi karşılıyor. Arkaik eserlerin biraz daha duygusuz ve kaba olduğu, detayların olmadığı bilgisi de sonradan edindiğim bilgiler arasında.
Anadolu-Pers Dönemi:

Anadolu-Pers Dönemi, Pers İmparatorluğu’nun Anadolu’da hüküm sürdüğü zaman dilimi olan M.Ö. 6. yüzyılın sonlarından M.Ö. 4. yüzyılın ortalarına kadar süren bir dönemi ifade ediyor. İran bölgesinden gelerek Batı Anadolu’yu fetheden ve daha da ilerleyerek Yunan yarımadasında savaşan Persler, Yunanlara karşı yaptıkları savaşları kaybederek Batı Anadolu’ya çekilmiş ve 200 yıl kadar bu bölgede yaşamışlar. Bu salonu en ünlü eseri ise İran sanatı ve Antik Yunan sanatının birleşiminden oluşan, Bodrum’daki Halikarnas Mozolesi’ne ait aslan heykeli olarak öne çıkıyor.
Klasik Dönem Heykeltraşlığı:
Klasik Dönem, antik Yunan kültür ve uygarlığının da doruk noktası kabul edilen, genellikle MÖ 480 – 330 yılları arasını kapsayan dönemi ifade ediyor. Klasik dönemin daha gerçekçi ve detaylı bir tarzı olduğunu yine yönlendirmelerde okuyabilirsiniz. Salondaki Kadın Başı’nın zarafeti bu dönemin örnekleri arasında.
Hellenistik Dönem Heykeltraşlığı:

Hellenistik Dönem, antik Yunan tarihinde genellikle Büyük İskender’in ölümünden (M.Ö. 323) Roma İmparatorluğu’nun Mısır’ı fethettiği (M.Ö. 31) yıla kadar süren dönemi ifade ediyor. Büyük İskender Makedonya’dan Hindistan’a kadar uzanan devasa bir imparatorluk kurmuş, ancak ölümünden sonra imparatorluk parçalanmıştır. Bu dönemde Yunan ve Doğu kültürleri kaynaşmış, ve tarihin en ileri sanatsal dönemlerinden biri olan Hellenistik Dönem ortaya çıkmıştır. Bu döneme damgasını vuran ve müzede de en çok dikkat çeken eserler arasında da elbette dönemin ünlü komutanı Büyük İskender’e ait olan heykeller bulunuyor.
Roma Dönemi Heykeltraşlığı:

Anadolu’nun Roma Dönemi, MÖ 1. yüzyılın ortalarından MS 5. yüzyılın sonlarına kadar uzanan bir zaman dilimini kapsıyor. Hellenistik Dönem salonunda başlayan ihtişam, bu salonda daha da artarak devam ediyor. Gerçekten çok güzel ve etkileyici bir salon. Salona girdiğinizde sizi müzenin önemli eserlerinden biri olan ve Antik Yunan’da genç erkekler için kullanılan bir terim olan Ephebos heykeli karşılıyor. Burada yuvarlak bir dizilişte birçok güzel heykel sıralanmış. Ardından sol tarafta müzenin en sevdiğim yerlerinden biri olan ve neredeyse masalsı bir havası olan Kadın Ozan Sappho‘nun bulunduğu salona geliyoruz. Burada farklı farklı birçok büst de bulunuyor. Yine devam ettiğimizde Roma dönemine ait salonlarda, Imparator Marcus Aurelius Heykeli ve Imparator Hadrianus Heykeli gibi müzenin en muazzam sayılabilecek heykelleri bulunuyor.
Magnesia ad Maeandrum – Tralleis Heykelleri (Aydın):
Antik dönemde Anadolu’da bulunan önemli şehirlerden ikisi olan Magnesia ad Maeandrum ve Tralleis’e ait bilgilerle müzede ilerlemeye devam ediyoruz. Magnesia ad Maeandrum, bugünkü Germencik ilçesinin yakınlarında yer alan bir antik şehirken, Tralleis ise günümüzdeki Aydın’ın sınırları içinde bulunuyor. Bu iki antik şehir, Helenistik ve Roma dönemlerinde önemli kültürel merkezler olarak nitelendiriliyor. Bu döneme ait eserler de yine müzedeki eserler arasında.
Efes, Milet, Aphrodisias Eserleri:

Üç Mermer Kent olarak anlatılan bu kentler günümüzde de en önemli antik kentler arasında. Müzenin salonlarını gezip, bilgilendirme notlarını okurken bu kentlere bir gezi planı hayallerine dalmak kaçınılmaz oluyor. Mermerin çıkarılarak işlendiği ve sanat eserlerine dönüştürülerek kentleri kapladığı üç antik şehir burası. Nehir Tanrısı Okeanos’un Heykeli, Efes Demosu’nun Heykeli ve Celsus Heykeli salonun ünlü ve dikkat çeken heykelleri arasında.
Mitolojik Tanrılar ve Tanrıçalar:

Antik Yunan ve Roma mitolojisinin tanrı-tanrıça kavramı üzerine yapılmış eserlerin sergilendiği salonlara geçiyoruz. Bu salonların en göze çarpan eserleri tabi ki devasa Zeus heykeli. Ama bu salonun bende asıl iz bırakan heykeli elbette memleketlim yani Düzce’den çıkarılmış olan Tycha Heykeli 🙂 Bolluk, bereket ve zenginlik tanrıçası olarak mitolojide yer alan Tycha, müzedeki en detaylı ve en güzel heykellerden biri bence. Bu salonda özellikle Olimpos tanrıları ve mitolojideki yerleri ile ilgili salon duvarlarında yer alan resimlerin oldukça güzel tasarlandığı hemen göze çarpıyor. Afrodite Heykelleri, Kithara Çalan Apollon Heykeli, Herme Büstü gibi diğer önemli eserler de yine bu salonda bulunuyor.
Trakya Salonu:

Alt kat salonlarını gezmeyi bitirdiğimizde müzenin üst katına bulunan Trakya Salonu‘na doğru yöneliyoruz. Bu esnada eğer bir mola vermek isterseniz, müze bahçesinde sergilenen diğer antik eserlerin çevrelediği Müze Cafe’de bir kahve molası vermek oldukça keyifli olacaktır.
İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin Trakya Salonu, Trakya bölgesinde bulunan çeşitli dönemlere ait heykeller, kabartmalar, çömlekler gibi arkeolojik eserleri barındırıyor.
Trakya salonuna çıkarken merdivenlerde bizi Trakyalı Süvari kabartması karşılıyor. Oldukça güzel ve estetik olan bu görüntü ile ilerliyoruz üst kata doğru. Salonlara girmeden önceki holde de M.Ö. 3-2. yüzyıla adreslenen ve Troya’da bulunan yakışıklı bir Zeus Başı görüyoruz 🙂
Trakya’nın Yüzyıllar İçindeki Gelişimi:
Soldaki Troya salonuna girdiğimizde Troya’nın 9 farklı kez kurulması ile ilgili interaktif bir gösterim ve bu katmanların kesitini simüle eden bir duvar bulunuyor. 12 metrelik bu duvar, aslında binlerce yılda Troya’nın farklı farklı yerleşimleriyle birlikte ne kadar yükseldiğini ve her katmanda, o dönemde yaşamış olan medeniyetlere ait bilgileri içeriyor.
Mikenler:

Bu salondan çıktığımızda daha büyük olan Troya salonuna doğru, çift kulplu vazo anlamına gelen amforayı da görerek ilerliyoruz. İlk girdiğimiz salon Miken uygarlığına ait olan salonu. Antik Yunan tarihinde önemli bir yere sahip olan Mikenler’e ait hem bilgileri hem de tarihi eserleri görme şansımız oluyor bu salonda.
Arkeoloji Müzesi’nin en dikkat çeken ve oldukça estetik görünen özelliklerinden birisi de, ilgili eserlerin sergilendiği bölümlerdeki o eserlerin ait olduğu döneme ait mükemmel duvar resimleri. Bu salonda da bir Miken Sarayı’nın taht salonu‘na ait duvarda bir canlandırma resmi ve o döneme ait olduğu adreslenen eserler bulunuyor.
Mikenler, antik Yunan tarihinde M.Ö. 1600 ila M.Ö. 1100 yılları arasında yaşadığı düşünülen bir kavim ve kültür olarak öne çıkıyor. Oldukça gelişmiş bir kültür düzeyine sahip olan bir ada toplumu oldukları varsayılan Mikenler’in, genellikle Yunanistan anakarasında ve Ege adalarında yaşadıkları biliniyor.
En yaygın bilinen özellikleri ise meşhur Miken seramikleri. Salonda da bolca görebileceğiniz, Ege bölgesinden çıkarılmış olan ve topraktan yapılmış çeşit çeşit çömlekler, vazolar, kaplar, kadehler sergilenmek üzere vitrinlerde yerini almış.
Mikenlerin önemli şehir devletleri arasında Mykene, Tiryns, Pylos ve Orchomenos bulunuyor. Miken toplumu da ismini en büyük yerleşim birimi olan Mykene’den alıyor. Mikenler, deniz toplumlarının sarsıcı bir istilası sonucunda, büyük bir yıkım sürecinden geçmiş ve bu dönemde antik Yunan kültüründe ciddi bir gerileme ve karanlık bir çağ başlamış. Ancak küllerinden doğan Yunan kültürü tekrar Arkaik Dönem ile birlikte yükselişe geçmiş.
Troya Salonları:

Troya Salonu’nda ilerledikçe Ege’de Erken Demir Çağı, Mitolojide Zeytin Ağacı’nın önemi, Ege’de Zeytin ve Kültür, Antik Çağda Zeytinyağı Ticareti, Sardeis, ve Efes Antik Kenti’ne dair bilgilendirmeler görüyoruz. Bir sonraki salon ise Felsefe ve Bilimin ortaya çıkışına uzanan, “İyonya Rönesansı” olarak da adlandırılan döneme ait bilgilerin olduğu kısım.
Arkaik Dönem ve Bizans Dönemi ile devam eden salonlar, son olarak Bizans Dönemi’ne ait sikkelerin olduğu bölümle son buluyor.
Ve bu noktada İstanbul Arkeoloji Müzesi ana binasını tamamen gezmiş oluyoruz. Epey uzun vakit alan, çok fazla eserin olduğu, gerçekten muazzam bir müze. İnsan bir kez gidince aklına düşüp, ara ara gidesi geliyor 🙂 Müze mağazasında alışveriş yaparken müzenin müdavimleri olduğunu, sık sık gelip müzede turlayıp, Müze Cafe’de bir çay kahve içerek döndüklerini de öğreniyoruz 🙂
Eski Şark Eserleri Müzesi:

Müze gişelerinden geçtikten sonra hemen solda bulunan binanın Eski Şark Eserleri Müzesi olduğundan bahsetmiştim. Burası hakkında da uzun uzun yazmak isterdim ama, müze benim ziyaret ettiğim sırada restorasyonda olduğu için ziyarete açık değildi. Eğer restorasyon biter de ben de tekrar ziyaret edersem, bu başlığın altını güncellemeyi ümit ediyorum 🙂
Çinili Köşk:

Müze Bahçesi’nde M.S. 4. yüzyıla tarihlenen Medusa Başı, müze girişinde birçok fotoğrafa da konu olan oldukça güzel bir kadın heykeli, Çinili Köşk karşısında bulunan bir dikilitaş örneği ve diğer arkeolojik eserler bulunuyor.
Bahçeye çıktığımızda bir sonraki durağımız İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin bir diğer müze binası olan Çinili Köşk. Köşkün kendisi tarihi eser niteliğinde. İstanbul’un fethinden kısa bir süre sonra, 1472 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan köşk, İstanbul’daki en eski Osmanlı sivil mimarlık örneklerinden birisi olarak kabul ediliyor.
Toplam 7 salonu bulunan ve bugün müze olarak kullanılan köşkte, Selçuklu ve Osmanlı Dönemi’ne ait çini ve seramik eserler sergileniyor. Her salon farklı bir yapım türüne ayrılarak, Kütahya, İznik, ve Çanakkale koleksiyonu şeklinde düzenlenmiş durumda.
Çinili Köşk öncesinde kendinizi Arkeoloji Müzesi’ni gezmek için epeyce yoracağınızdan, Çinili Köşk’e en fazla yarım saat ayırmak yeterli gibi görünüyor. Orta salondan açılan 6 odadan her birindeki sergiler kısaca incelenebilir.
Sonsöz:

Tarihi Yarımada birçok süprize ve birçok detaya sahip bir bölge. İstanbul Arkeoloji Müzesi gezisi hem çok bilgilendirici, hem de çok merak uyandırıcı oldu benim için. Türkiye’deki diğer antik kentler ve arkeoloji müzeleri radarıma girdi örneğin 🙂
Keyifli geziler!

Bir Cevap Yazın