
- Yazar: Stefan Zweig
- Yayınevi : İş Bankası Kültür Yayınları
- Sayfa: 60
- Yazım Yılı: 1922
- Yer: Hindistan bölgesi
Yine Stefan Zweig, ve yine harika bir öykü. Zweig kitapları kısa ama çok etkileyici kitaplar. Tek nefeste okunması gerekiyor kanımca, bu heyecana hiç ara vermeden. Adeta iki saatlik bir film izler de sonunu merak eder gibi.. Başıma geleceği bilmeden yatmadan önce bir iki satır okuyup, uykum gelince kitabı bırakırım sandım ama ne mümkün. Bir buçuk saat kitapla birlikte yatağa mıhlandım ve kitabı kapattığımda saat 2 olmuştu bile:) O yüzden okuyuculara başlamadan önce küçük bir uyarı, gereken vakti, uygun bir zamanda yaratın:)
Öykü yine bir gemide geçiyor ve asıl hikaye öyküyü başlatan kahramanın gemide bir yabancıyla karşılaşıp, bu esrarengiz adamın anlattıklarını dinlemesiyle heyecanlı bir hale geliyor. Yani aynı Satranç kitabında olduğu gibi hikayenin içinde bir hikaye okuyoruz ve anlatıcıya esrarengiz bir adam tarafından anlatılan bu hikaye bizi olduğumuz yere mıhlıyor.
Amok koşucusu ne demek onu öğrendim öncelikle, ve bu kavram hikaye ile öyle güzel bütünleştirilmiş ki, aralarında adeta bir uyum oluşturulmuş. Hikayenin her iki karakteri de aslında monoton hayatlarından sıkılmış tipler ve bir gemi yolculuğunda tamamen tesadüf eseri karşılaşıyorlar. Burada Stefan Zweig’ın olay örgüsünü sizlere kusursuz ve zeka dolu sunuşu başlıyor. Tasvirler adeta o an o sahneyi siz yaşıyormuşçasına sizi içine çekiyor. Bir güverteye çıkıp yıldızları seyretme anlatısı var ki, o an orada o gemide o güvertede o yıldızları izlemek istedim. Sanki o rüzgar benim yüzüme vurdu, ve sanki ben kaçtım o gemideki herkesin gürültüsünden gece vakti herkesin uyumasını bekleyip o sessiz huzura:)
Sonra sahne değişti, ve esrarengiz bir adamın anlatıkları girdi kadraja. Gururlu ve kendinden asla ödün vermeyen, gururu yüzünden boyun eğmeyip, bükülmeyip gerekirse ölümü göze alan bir kadın. Ve bu gururlu kadının arkasından mantığını kaybetmişcesine, düşünmeden savrulan giden, kendini unutup bir histeri halinde arkasından koşan bir adam. Bir Amok koşucusu…
Malezyalılarda görülen bir tür sarhoşluk… Bu sarhoşluktan fazla bir şey..bu delilik, bir tür insan kudurması…ölümcül, anlamsız bir saplantının krize dönüşmesi hali…Amok şöyle bir şey: Bir Malezyalı, son derece sade, son derece iyiliksever bir insan, içkisini içiyor…orada öylece oturuyor, duygusuz, umursamaz, donuk…tıpkı benim odamda oturduğum gibi… ve birden ayağa fırlıyor, hançerini kapıyor ve sokağa koşuyor…dosdoğru koşuyor, hep dosdoğru…nereye olduğunu bilmeden. Yolda karşısına ne çıkarsa çıksın, insan, hayvan, hançeriyle vurup yere seriyor…ama koşmaya devam ediyor, koşuyor, koşuyor, koşuyor…Köylerdeki insanlar bir Amok koşucusunu hiçbir gücün durduramayacağını bilirler..ona koşarak gelmekte olduğunu gördüklerinde herkesi uyarmak için bağırırlar.”Amok!Amok!” ve herkes kaçışır…ama o koşmaya devam eder, hiç birşey duymaz, sürekli koşar, hiçbir şey görmez, karşısına çıkan her şeyi yere yıkar…ta ki biri onu kuduz bir köpek gibi vurup yere serene ya da kendiliğinden köpükler içinde yere yığılana kadar…
Zira tam öyle, tam da o şekilde ileriye dikilmiş korkunç bir bakışla, sağa ya da sola bakmaksızın, takıntılı bir şekilde koşmaya başlamıştım… o kadının arkasından…
Zweig müthiş bir analiz insanı, insan duygularını ve yaşanan olayların arkasında yatan gerçekleri okuyucuya çok güzel hissettiren bir yazar. Yine süper bir kitap, süper bir hikaye..