
- Yazar : Stefan Zweig
- Yayınevi : İş Bankası Kültür Yayınları
- Sayfa: 52
- Yazım Yılı : 1920’li yıllar olduğu tahmin ediliyor
- Yer: Almanya / Meksika
Okunmamış Zweig kalmasın mottomla yola çıktığım bu yeni yılda okuduğum ilk novellası “Geçmiş Yolculuk” oldu büyük ustanın. Stefan Zweig bugüne kadar okuduğum tüm romanlarında hikayedeki hissiyatı bana sonuna kadar aktarabilen yegane yazarlardan olmuştur. Aşkı belki de en iyi tanımlayan, tartan, somutlaştırıp, kelime öbeği halinde okuyucuya sunabilen yazardır.
“Geçmişe Yolculuk” bir tren yolculuğu ile başlar, ve karakterlerin kendilerini nasıl bu yolculukta bulduklarını anlamaya başlarız. Hikaye, sisli bir bulutun ardından çıkar gibi uzanır bize yavaş yavaş.
Ne çok zaman geçmiş ne çok zaman yitirilmişti, ama tek bir düşünceyle ve tek bir saniyede en başa dönülebiliyordu.
Önce fakirliği anlarız, fakirliğin ne kadar ezici olabileceğini. Sonra o dışlanmışlık, ve aykırılığını anlarız aristokrat bir hayat içindeki fakir bir gencin. Ardından “Adımları yumuşacık yutan kalın halılar” üzerinden gireriz seçkin bir eve ve tüm resim değişir bu noktadan sonra.
Henüz adı olmayan bir duyguydu bu, ancak gizlendiği yerde çoktan biçim bulmuş ve kora dönüşmüştü. Ama aşk, bir cenin gibi bedenin karanlıklarında acıyla dönüp durmaktan kurtulduğu, nefes ve dudak aracılığıyla kendini zikir ve itiraf edebildiği zaman gerçek aşktı.
Aşkın en tutkulu hali çıkar karşımıza, sonra kalbi sıkıştıran bir hasret ve kavuşma isteği.. Peşinden milyonların kaderini değiştiren bir dram, bu dramın etkisinden asla kurtulamayacak bir aşk ve onca beklenen hasretin ardından hayal edilen kavuşmaların aynı tutku ile asla yaşanamamasına sebep olacak bir 9 yıl..
Geçmişlerini arayan, artık gerçekte var olmayan geçmişe boğuk sorular yönelten bu gölgeler onların kendisi değil miydi?
Kitabın özellikle Heidelberg’de yaşanan son kısmı beni oldukça sarstı, kaçırılan ve geri dönüşü olmayan bir 9 yılın insanların üzerindeki ezici etkisi ve geçmişe dönme, aynı şiddette bir tutkuyu bulabilme özlemi okurken bana bile ağır geldi.
Bir de Almanya’da Nazi yandaşlığının yükselişine tanıklık eden bir sahne var ki, adamın şaşkınlıktan sendeleyerek, 1. Dünya Savaşı sonrasını kastettiği “Çılgınlık! Ne istiyor bunlar? Yeniden mi, yeniden mi?” deyişi.. Kitabın yazıldığı dönemde henüz II. Dünya Savaşı’nın başlamadığını, yıkıcı etkilerinin ve sonucunda Zweig’ı intihara sürükleyen umutsuzluğunun henüz yaşanmadığını varsayarsak, belki de Zweig’ın kendisinin hayret ve korkusunu dile getirmişti Ludwig romanda..
Yine kısacık novellalarına kocaman duygular yükleyebilen bir Zweig eseri de bitmişti böylece..
Zweig’ın “Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu” hikâyesini okumadıysanız mutlaka tavsiye ederim 🙂
BeğenLiked by 1 kişi
Ahhh okumaz mıyım, insanın yüreğine oturuyor.. Zweig vuruyor insanı kalemiyle!
BeğenLiked by 2 people