
- Yazar: Stefan Zweig
- Yayınevi: İş Bankası Kültür Yayınları
- Sayfa: 67
- Yazım Yılı: 1902
- Yer: Viyana
Kırılgan bir genç, yeni bir şehir, acımasız gelen bir ortam ve yepyeni bir umut.. Zweig’ın daha ustalığını bile kanıtlamadığı gençlik dönemlerinde kaleme aldığı bu novella, yazarın nasıl da güzel eserler vereceğinin adeta bir girizgahı gibi. Arka kapakta da bahsedildiği gibi : “Yazarın sonraki yapıtlarında sıklıkla karşılaştığımız bir temanın peşine henüz kariyerinin başındayken düştüğünü;gaddar bir dünyada varoluşunu sürdüremeyecek kadar kırılgan insanların acılarını baştan beri dert edindiğini ortaya koyar.”
Hikaye Viyana’ya öğrenim için giden bir gencin bu yeni şehre ve yeni ortama tutunmaya çalışmasını anlatarak başlıyor. Kızıl’la ise neredeyse hikayenin en sonunda tanışıyoruz. Hem umutla hem de hüzünle..
O sırada…yazmayı bıraktı…eline mürekkep sıçramıştı. Kırmızı küçük bir leke.
Yeni bir şehre ve yeni insanlara, tek başına kalmaya ve ailesinden uzaklaşmaya alışmaya çalışan bu gencin halleri bana üniversitedeki ilk yılımı anımsattı 🙂 Beşiktaş’taki kampüse giderken üst geçitten geçer, Yıldız yokuşundan aşağı doğru uzanan Boğaz manzarasını izlerdim. Keşke geri dönsem, burada olmasam, tek güzel şey bu manzara derdim. İçliymişim, biraz da depresyondaymışım galiba 🙂
Çocuk diye hitap ettikleri ve hikayemizin karamanı olan Bertold Berger, bir türlü üstünden atamadığı ürkeklik, çocuksuluk ve güçsüzlükten adeta utanır. Ama elinden bunu değiştirmek için bir şey de gelmez, bunu yapabilecek güce ve iradeye sahip olmadığını da hisseder. Ondan çok daha nüfuzlu gördüğü kapı komşusu ve aynı zamanda kendisi gibi öğrenci olan Schramek’e ise kıskançlıkla karışık bir saygı duyar.
Tuhaftı, böylece oturmaktan ve zamanın akıp gittiğini görmekten başka arzuladığı bir şey yoktu.
Uzaktaki kız kardeşini bir yandan çok özler, geçmişine özlem ve yenik düşmüşlük hissi öyle bir hal alır ki, her şeyi bırakıp tekrar eski yaşantısına ve ailesinin yanına dönmeye hazırdır. Ezik ve yenik görüneceğini bile bile.. Tam da her şeye veda etmeye hazırlanırken bir umut ışığı, yeni bir başlangıç yaşar. Ve defterinin ilk sayfasına yazar:
“ Incipit vita nuova.” – “Yeni bir yaşam başladı.”
O ana kadar mesleğini ve etrafındaki onca insanı hiç saydığı ve aldırmadığı için inanılmaz utanır ve üzülür. Adeta hayata karşı silkelenmiştir ve amacını bulduğunu anlar. Ve bu amaç ona tekrar umut olmuştur. Komşusunun kızı Mizzi’ye elinden geldiğince bakar ve bir insanın yaşamla ölüm arasında gittiği o ince çizgide yardımda bulunabiliyor olma hissi, adeta yaşamla ölüm arasında giden kendi benliğini kurtarmasına yardımcı olur.
Bundan sonraki yaşamının istikametini o an açıkça gördü: Faal ve yararlı olmalıydı, o zaman insanlar onu fark eder, o da bir daha hiç yalnız kalmazdı.
Bu noktadan sonra hikaye hüzün, umut, sevgi ve kırılganlık arasında gidip geliyor. Okuyun ve hissedin 🙂
Sweig 2 senedir çok severek okuduğum bir yazar. Kızıl da diğer kitapları gibi harika
BeğenBeğen
Zweig okumaya başlayınca duramıyor insan 🙂 Gerçekten hepsi ayrı harika
BeğenBeğen