
- Yazar: Stefan Zweig
- Sayfa: 50
- Yayınevi: İş Bankası Kültür Yayınları
- Yazım Yılı: 1908 -1920
- Özgün Adı: Die Hochzeit von Lyon
Dubrovnik’teyim.. Biraz amaçsızca dolaştıktan sonra bulduğum bir cafe’de yaklaşık yarım saat oturmuşum, keyifle içeceğimi yudumlamış, dinlenirken biraz da kitap okumuşum. Pek bir keyifliyim.. İşte böyle bir günde, sokaklarını arşınladığım bu Orta Çağ kentinde, farklı farklı mekanlarda, gezimdeki ilk günümde arkadaşlık etti bana Lyon’da Düğün. Şehrin havasına uyan hikayelerinden midir, o an okuduğum ortamın güzelliği ve sakinliğinden midir, ya da kendimi dinlemek için vakit bulabilmiş olduğumdan mıdır bilinmez ama, bu öykü kitabı bende çok tatlı ve keyifli hislerle hatırlanacak..
İçinde üç farklı hikayeyi barındırıyor Lyon’da Düğün. Böylesine aydınlık bir kapağı olan bir kitapta nasıl da böyle hüzünlü hikayelerin olabildiğine insan boğazı düğümlenerek hayret ediyor..
Öykülere gelecek olursak, kitapta sırasıyla aşağıdaki hikayeler bulunuyor:
- Lyon’da Düğün
- İki Yalnız İnsan
- Wondrak
Beni en çok etkileyen Lyon’da Düğün oldu. Hem hikayenin geçtiği dönem, hem de mekan olarak Zweig’in diğer hikayelerinden oldukça farklı ve etkileyici bence. Bu kısacık hikayede ölüme yaklaşsa bile aşkları solmayan iki gencin hikayesini okuyoruz. Öykü Fransız Devrimi sırasında yaşanıyor, 1793 yılında tutuklanarak kurşuna dizilmeyi bekleyen devrimciler oldukça tuhaf ve aynı zamanda duygusal bir sahneye tanık oluyorlar. Olay sırasında adeta içlerine bir ışık doğuyor hapishanedeki tüm mahkumların.. Okurken gözlerimin dolmasına engel olamadığım bu hikaye inanılmaz sarsıcı ve aynı zamanda Zweig’dan beklenir şekilde insanlık dışı olayların içinde aranan bir umut ışığı..
“Hayır,o mutluydu,sonsuzca mutluydu,çünkü sevdiğiyle aynı saat öleceğini biliyordu ve biri diğeri için yas tutmak zorunda kalmayacaktı.Mutluluğunu gölgeleyen tek bir şey vardı,Tanrı katına sevdiğinin ismiyle,onun eşi olarak çıkmayacaktı.” – Lyon’da Düğün
İki yalnız ve kusurlu insanın toplum dışına itilmesi ve bu dışlanmışlıklarında birbirlerini bulmalarını anlatan oldukça kısa hikaye ise “İki Yalnız İnsan”. Bu iki insanın birbirlerini bulması ve birbirlerine içlerindeki tüm korku, üzüntü, pişmanlık ve toplum dışına itilmenin yarattığı travmatik duyguları haykırırcasına aktarmaları öylesine etkileyici ki, durup düşünmek gerekiyor..
“Fakat birinin yüreğinden kopan çığlık diğerinde karşılık buluyordu, çünkü onların acıları akrabaydı.” – İki Yalnız İnsan
Wondrak hikayesinde ise bir annenin çocuğuna karşı duyduğu yorulmaz ve duygusal mücadelesini anlatır Zweig. Savaş karşıtlığı ile tanınan yazar, Mecburiyet eserinde olduğu gibi bu hikayede de bize savaşın sarsıcı yüzünü bir anne-oğul ilişkisi üzerinden anlatıyor. Bu hikayeyi de bir erkek evlat annesi olarak yine içimden bir şeyler koparak okudum.
“Şimdi artık birçok şey güzeldi. Artık hayat bir anlam kazanmıştı, bu zayıf zayıf soluk alan, ince ince viyaklayan varlık göğsünde emiyor, iki minik eliyle ona dokunuyordu.” – Wondrak
Kitabın arka kapağında da bahsedildiği gibi, Zweig bu öykülerde toplum dışına itilmiş karakterler üzerinden insanlığın analizini yapar. Ve bu karakterlerin başına gelenler “yazgı” değil, insanlığın iflasının sonucudur. Kendi hayatının da, insanlığın iflasının sonucu olan II.Dünya Savaşı sırasında sona erdiğini düşünecek olursak, kitaptaki karakterlerine benzer acılar çektiğini düşünmeden edemiyor insan..
Kitapla kalın!