
- Yazar: Jules Verne
- Sayfa: 49
- Yayınlandığı Yıl: 1854
- Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları (2018)
- Özgün Adı: Maitre Zacharius
Zacharius Usta, bir çırpıda okunabilecek biraz mistik, biraz fantastik, belki biraz da zamanına göre bilim kurgu sayılabilecek bir öykü.
Kitap neyi anlatıyor derseniz galiba aklıma gelecek ilk kelime “zaman” olması gerekirken “kibir” olurdu.
Kibir, dedi keşiş misafirlerine, iyilik için yaratılmış bir meleği yok etti. İnsanoğlunun kaderinin tosladığı engeldir o. Bütün kötülüklerin anası olan kibre hiçbir mantıkla karşı konulamaz; çünkü kibirli insan, tabiatı gereği, o mantıklı sözlere kulak tıkar… – Sy.40
Kitabın ana konusuna gelirsek, başarısıyla nam salmış bir saat ustası olan Zacharius Usta’nın ürettiği saatlerin birer birer durmaya başlamasıyla başlıyor öykü. Olayın mistik ve fantazi kısmı da buradan sonra hız kazanıyor. Kibri yüzünden olmadık noktalara doğru giden ustanın, çok farklı bir öyküsü anlatılıyor bize. Beğenip beğenmemek günümüz okuyucularına kalmış tabii ki, ama bilim ve din çatışmasının daha yoğun yaşandığı bir dönemde yazıldığını unutmamak gerekli. Jules Verne de bu öyküdeki kurguyu her iki bakış açısından da haklı olacak yönleriyle sunmuş okuyucuya.
Ölüm bu!..Varlığımı dünyaya dağıttığıma göre yaşayacak ne kadar ömrüm kaldı artık!Çünkü ben, Zacharius Usta, imal ettiğim bütün bu saatlerin yaratıcısıyım! Bu demir, gümüş ya da altın kutuların her birine ruhumun bir parçasını hapsettim! O lanet olası saatlerden biri ne zaman dursa, kalbimin durduğunu hissediyorum, zira saatleri kalp atışlarıma göre ayarladım! – Sy.9
Kitapta öykü akışının içinde satır aralarında bulduğumuz mesajlar çok daha anlamlı geldi bana. Zamanın akışını kontrol eden insanlığın, mesai kavramını ve işçiliği bulması güzel bir anektod mesela. Bir de herşeyin aceleye getirilmeye başlanması ve hayatın daha hızlı aktığından dem vurulması da ayrı bir mesaj. Jules Verne daha bunları 1800lü yıllarda yazdıysa, her şeyin günlük olarak tüketildiği günümüz çağını görseydi nasıl yorumlardı merak ettim 🙂 Hele de mimarinin böylesine mekanikleştiği, estetiğin kalmadığı günümüzde, geçmişten gelen bir iğneleme sanki yazarın satırları:
Bir kilise iki asırda inşa ediliyor, bir ressam ömrü boyunca bir iki tablo yapıyor, bir şair sadece tek bir seçkin eser meydana çıkarıyordu, ama asırlar boyunca takdir edilecek şaheserlerdi bunlar. – Sy.15
Kendi aramızda konuştuğumuz bir konudur hep, insanların eski zamanlarda işlerini saate göre değil, metabolizmamıza çok daha uygun bir şekilde güneşe göre ayarlıyor olmaları. Bu sebepledir ki belki de sabahın kör karanlığında daha bünyemiz uyanmamışken servislere doluşup, yine aynı şekilde gün ışığını hiç alalamışken, akşamın kör karanlığında tekrar eve döndüğümüz kış akşamlarında yorgunluktan ve depresyondan dem vuruşumuz. Mesai kavramını icat eden insanoğlu, kendi kendisini zamanın kölesi yaptı belki de.. Bir yandan da bilimin gelişiminin kaçınılmaz bir sonucu elbette, insanoğlunun zamanı etkin kullanma çabası. Yaman çelişkidir kendisi 🙂 Kitapta da tam da bu minvalde, bilimi temsil eden Zacharius Usta ile, dini temsil eden sadık hizmetçisi Scholastique arasında mekanik saat ile güneş saatinin kullanılması bir tartışma konusudur 🙂
Bilim kurgu edebiyatı, distopya ve fantastik kitapları seven bir okuyucu olarak bana fazlasıyla hitap etti ve okurken keyif aldım açıkçası. Hele bir de kitabı tam 00:00’da bitirmemiş miyim, bir ürpermedim değil, okuyanlar anlayacaktır 🙂
Not: Kitap ayracının yeşiline de bayıldım💚
Keyifli okumalar!