
Münih merkezli Bavyera gezimizin üçüncü günkü durak noktası Salzburg! İki gece Münih’te konakladıktan sonra bu kez hem farklı bir şehre, hem de farklı bir ülkeye geçmek üzere topladık çantalarımızı. Sabahın erken saatlerinde otelimizden ayrılıp Münih’teki ana tren istasyonu olan München Hauptbahnhof‘da aldık soluğu.
Yolun ortalarında cep telefonuna gelen mesajla Avusturya’ya geçmiş olduğumuzu anladık, Schengen bölgesindeki bu sınırların olmaması ve özgürce seyahate bir kez daha imrendik, keşke bizim de olsa dedik, çok üstünde durmadan devam ettik:)
Daha önce Avusturya sınırları içinde Viyana’yı ziyaret ettiğim için beni nasıl bir şehrin beklediğini bilmiyordum. Viyana’dan stil olarak daha farklı, ancak oldukça samimi ve gündelik yaşamın içinde hissedebileceğiniz bir şehir çıktı karşımıza.
Sadece haftasonu gitmek üzere rotanıza dahil edebileceğiniz gezmesi kolay ve keyifli bir şehir olmasının yanı sıra, Bavyera ya da Avusturya odaklı bir gezinize de rahatlıkla dahil edebileceğiniz bir lokasyon Salzburg.
Peki biz kendimizi nasıl Salzburg’da bulduk ve neler yaptık, biraz da onlardan bahsedelim.
Salzburg Genel Bilgiler:

Salzburg Avusturya’nın bir kenti olsa da Almanya sınırına oldukça yakın olduğu için Almanya seyahatlerinizde rotanıza kolaylıkla alabileceğiniz bir lokasyon.
Bayern bölgesinde geçerli olan Bayern Ticket’ın Salzburg’a giden trenlerde de geçiyor olması ulaşımın ekonomik olması açısından bir artı.
Salzach nehrinin iki yakasında kurulmuş bir kent, nehir kenarı Avrupa şehri standartlarımı fazlasıyla karşılayan bir yer oldu benim için bu anlamda, evet ailecek ortasından nehir geçen şehirlerin hastasıyız:)
Şehre ilk yerleşenlerin hayatlarını kazandıklarını tuz madeninden adını alan şehrin Türkçe anlamı, tam olarak “Tuz Kalesi” manasına geliyor.
Wolfgang Amadeus Mozart‘ın doğum yeri Salzburg. Bu anlamda bir çok Mozart temalı hediyelik eşya, çikolata, küçük müzik kutuları gibi envai çeşit malzeme ile karşılaşabilirsiniz. Küçük müzik kutuları çok güzel bir hatıralık oluyor, çevirip melodisini dinledikçe şehri hatırlayabilirsiniz;) Mozart kaplamalı çikolataları nasılsa hemen o anda bitiriyoruz:) İşin daha turistik yanı ise tabii ki Mozart’ın ailesi ile birlikte yaşadığı iki farklı evin müzeye dönüştürülerek ziyarete açılmış olması ve Old Town bölgesinde Mozart’ın adına bir de meydan bulunması.
Bunun haricinde Schengen ile seyahat edilebildiği, Euro bölgesinde olduğu ve ana dilinin Almanca olduğu gibi daha genel bilgileri de ekleyebiliriz.
Salzburg’a Nasıl Giderim?

Salzburg’a direk olarak Türkiye’den yaklaşık 2 saatlik bir uçuşla ulaşabileceğiniz gibi, rotanız içinde yer alıyorsa farklı şehirlerden trenle de ulaşabilirsiniz.
Biz Münih’e oldukça uygun gidiş-dönüş uçak bileti düşürdüğümüz için Salzburg’u Münih üzerinden gitmek üzere rotamıza ekledik.
Almanya’da günlük alınabilen Bayern Ticket Salzburg rotasında da geçerli. Bu biletler direk tren istasyonlarındaki bilet bankolarından alınabiliyor, çocuklar ücretsiz, bu sebeple 2 kişilik günlük bilet aldığınızda, Salzburg’u da kapsayan Almanya’nın Bavyera bölgesinde sınırsız gezebiliyorsunuz. 2 kişi günlük 32€, tek kişi ise 25€.
https://www.bahn.de/p_en/view/offers/national/regional/laender-tickets/bavaria-ticket.shtml
Bavyera tren saatlerine bakarak seyahat planlamak için aşağıdaki siteleri kullanabilirsiniz:
Onun haricinde Salzburg içinde tabii ki herhangi bir ulaşıma ihtiyacımız olmadı:) Gezilecek yerlerin hepsine sadece yürüyerek ulaşabileceğiniz için rahat rahat her yeri gezebilirsiniz.
Salzburg’da nerede kalabilirim?

Tren ile gezdiğimiz rotalarda genelde otelleri ana tren istasyonuna yakın lokasyonlardan seçmeye çalışıyoruz. Böylelikle hızlıca otele kendimizi ve eşyalarımızı atıp, yüksüz olarak dolaşabilmek için vakit kazanıyoruz. Bu rotada çocukla birlikte kalınabilecek içimize sinen uygun yollu bir hostel bulamadığımız için tercihimizi otellerden yana kullandık.
Bu anlamda ana tren istasyonuna 900mt yürüme mesafesindeki Hotel Villa Carlton‘ı tercih ettik. Oldukça sevimli ve şık bir odamız olduğunu söyleyebilirim.
www.booking.com/Hotel-Villa-Carlton
Salzburg’da nereleri gezmeli?
Salzburg tahminimizden çok daha güzel ve şık bir şehir olarak çıktı karşımıza. Şehrin otantik dokusu, samimi sokakları, nehrin şehre verdiği farklı hava, sakinlik ve dinginliği, ve aynı zamanda yeşilliği akıllarımızda kalan en çarpıcı özellikleri oldu.
Şehre ilk olarak tren istasyonundan inerek ayak bastık ve ilk iş olarak otelimize yürüyerek eşyaları bıraktıktan sonra, nehrin kenarındaki ikonik manzaralar eşliğinde Old Town’a doğru yürümeye başladık.
Kendi Walking Tour’unu kendin yarat tadındaki kendi yürüyüş sıramıza göre nereleri gezdiğimizi adım adım anlatalım:
Old Town(Altstadt):

Nehrin kenarından yürüyüşe çıktığımızda şansımıza ilk olarak tüm Old Town’u tek bir açıdan hep birlikte görebileceğimiz bir manzara bizi karşıladı. En tepede Hohensalzburg Kalesi, onun aşağısında ise şehrin ana meydanı olan Residenzplatz ve Salzburg Katedrali‘ni içine alan görüntü Salzburg’la ilgili birçok tabloya da konu olmuş tipik bir Salzburg Old Town manzarası. Otelimizdeki tablonun ve hatta sonrasında hatıra olarak aldığımız minnak müzik kutusunun bile üzerinde bu meşhur manzara var.
Bu manzarayı yaklaşık olarak Müllnersteg köprüsü yakınlarından geçerken karşısınızda görebilirsiniz. Biz şansımıza en ünlü manzarayı pat diye ilk anda görmüş olduk:)
Makarsteg

Avrupa’da bir gelenek haline gelmiş kilit asılı köprülerden birisi burada da mevcut, artık yapmayanı dövüyorlar biliyorsunuz:) Bu kilit meselesinin aslını ilk olarak Budapeşte’de katıldığım bir Walking Tour’da lokal bir rehberden dinlemiştim. İşte iki aşık geliyorlar, kalplerini simgeleyen kilidi anahtar ile kilitledikten sonra, aşklarının sonsuza dek sürmesi(kilitli kalması) için anahtarı da nehre atıyorlar falan filan. Çok canınız çekerse alıp bir kilit, anahtarını da nehre sallayabilirsiniz:)
Nehir kenarından biraz ilerlediğinizde Müllnersteg köprüsünden sonra rastladığınız ikinci köprü olan Makarsteg köprüsü Old Town’a giriş yapılan köprü olduğundan biz de salına salına köprüyü geçerek şehrin ana meydanına doğru ilerliyoruz.
Getreidegasse:

Old Town’a Makarsteg köprüsünden girdiğinizde ilk olarak şehrin ünlü caddelerinden biri olan Getreidegasse‘de kendinizi buluyorsunuz. İncecik ama çok keyifli birçok sokak barındıran şehrin bu havasını eşim ilk etapta Ljubljana’ya çok benzetmişti. Sonraları birkaç kez Ljubljana’yı da ziyaret edince benzediklerini fark ettim, ortak noktaları belki de şuydu: Turistik olmaktan çok insanların gerçekten içinde yaşadıkları ve günlük hayatlarına devam ettiklerini gördüğün için bizzat kendin de o ince sokaklarda daha rahat hissederek gezebiliyorsun.
Birçok cafe, restoran ve mağaza bulunan Getreidegasse bizim İstiklal’in minyatür hali gibi, boş boş bakınarak gezinebilmek için birebir.
Cadde üzerinde bir de Mozart’ın doğduğu ve ailesiyle yaşadığı ilk evi(Mozart’s Geburtshaus) bulunuyor, meraklısı ziyaret edebilir, biz “hmm evet burada doğmuş demek ki” diyerek önündeki tabelayı okumakla yetindik:)
Şehrin Ana Meydanları:
Domplatz:

Getreidegasse’de dolaştık gezindik derken, Avrupa meydanlarının olmazsa olmazları olan, ne şekilde havada durdukları sürekli tartışılan sokak sanatçıları ve bol bol Mozart çikolataları eşliğinde Salzburg meydanlarına çıkıyoruz.
İç içe ve nereden nasıl birbirine bağlandığını o anda pek de anlayıp sorgulamadığımız birkaç meydandan oluşan bir meydanların meydanı gibi burası:) Tam ortasında Salzburg Katedrali muazzam heybetiyle durup izliyor sizi. Bu sebeple tüm meydanları bir arada anlatacağım müsaadenizle.
Giriş tarafında Domplatz, sol yakasında Rezidenzplatz, sağ yakasında ise Kapitelplatz’ın olduğu Salzburg Katedrali şehrin en büyük ve muazzam yapılarından biri. Bir diğer ünlü meydan ise Mozart Meydanı.
Biz pek de farkında olmadan öncelikle ortasında Meryem Ana heykelinin bulunduğu ve Katedral’in giriş kapısına bakan Domplatz‘da buluyoruz kendimizi. Bu meydan tüm bu meydanlar meydanına ilk giriş noktası gibi aslında.
Residenzplatz:

Katedralin hemen solundaki kemer altından Rezidenzplatz‘a geçiş yapılabiliyor. Bu meydan Salzburg’un ana meydanı sayılıyor. Burası tam bir turistik aktivite mekanı. Havada duran gümüş renkli sokak sanatçıları, hediyelik eşya ve yiyecek satan tezgahlar, ortasındaki çeşmede poz veren bol bol turist burada mevcutlar:)
Meydanın bir köşesinde ise Salzburg’un tarihi saat kulesi(Salzburg Glockenspiel) bulunuyor.
Kapitalplatz:

Katedralin hemen sağındaki kemer altından ise Kapitelplatz‘a geçiş yapılabiliyor. Bu küçük meydana çıktığınız gibi “ya bu nee” diye bir garipseyeceğiniz ve anlam veremeyeceğiniz kocaman altın bir küre ve üstünde bir adam heykeli ile karşılaşıyorsunuz:) Yani en azından ben anlam verememiştim:) Kendisi bir sanatçının projesiymiş ve adı da “Sphaera” imiş, ama herkes golden ball diye biliyor bence:) Meğerse bir de bunu tamamlayan “Woman in the Rock” isimli bir heykeli daha varmış. (Biz merak edip ikinci heykelin peşine düşmedik itiraf ediyorum) Merak eden için linki aşağıda bulabilirsiniz:
Tüm bu meydanları ve kim nerede nasıl konuşlanmış detayını aslında Hohensalzburg kalesine çıkıp tepeden panaromik olarak bakınca biraz daha net anlayabildik. Hatta fotoğraflarını çekip üzerinde uzun uzun bakmam bile gerekti diyebilirim. Bu sebeple hangisi hangisiydi detayında boğulmak yerine anın tadını çıkarıp Old Town’u karış karış gezmek ve sonrasında detayları anlamak daha keyifli olacaktır;)
Hohensalzburg Kalesi:

Şehir meydanını gezdikten sonra Hohensalzburg Kalesi‘ne doğru devam ediyoruz. Yol oldukça keyifli ve bol bol panaromik manzara sunuyor. Old Town’ın tepeden çok güzel karelerini yakalayabileceğiniz noktalar mevcut, ortam şahane:) Biraz yokuş yukarı bir yol olduğundan kullanılan bir füniküler de mevcut, ancak biz kullanmaya ihtiyaç görmedik, yürümek çok çok daha keyifli. Hatta kalenin kendisi kadar, bu yol üzerindeki Salzburg manzarası bizi daha çok cezbetti desek yalan olmaz. Yürüyüşe fünikülerin olduğu noktada başlayarak Festungsgasse üzerinden devam edebilirsiniz.
Kaleye çıktığınızda karşılaştığınız panaromik Salzburg manzarasını biraz içinize çektikten sonra içerideki metalden yapılmış ordu görünümlü heykelleri inceleyebilirsiniz.
Mirabellgarten:

Kaleyi gezdikten sonra köprülerden tekrar nehrin diğer kıyısına geçerek Mirabellgarten‘da buluyoruz kendimizi. Burası da inanılmaz şık, renkli ve insanın içini açan ve ferahlatan bir park. Mutlaka uğranıp keyifle vakit geçirilmesi gerekir diye düşünüyorum.
Parka girdiğiniz noktada solunuzda Mirabell Sarayı (Schloss Mirabell), yol üzerinde ise Pegasus Çeşmesi (Pegasusbrunnen) sizi karşılıyor. Tam karşınızda ise tepede Hohensalzburg Kalesi ve Old Town’ı içine alan görüntü, manzarayı tamamlıyor:)
İçinde çocuklar için oldukça eğlenceli bir oyun parkı, bol bol fotoğraflamalık ilginç heykeller de var. Özellikle cüce heykelleri ile meşhur olan Zwergelgarten (Mirabell Dwarf Garden)’da heykelleri inceleyip eğlenebilirsiniz. Birçok çeşme ve ayrıca yeşilliklerden meydana gelen bir tünel de var parkta, tam anlamıyla yayılıp rahatlamalık bir ortam.
Son Olarak..

Genel olarak bize çok keyif veren ve içinde huzurlu ve mutlu hissettiğimiz bir şehir oldu Salzburg. Tabii ki gündelik hayatın içinde nehir kıyısında bisiklete binenleri, Mirabellgarten’da koşanları içimiz geçerek izledik, meydanlarında hamburger yiyip ince caddelerinde yürüyüş yaptık. İlk Hint lokantası deneyimimi de yurtdışında yaşadığım yerdir Salzburg:) Haritalarımı not kağıtlarımı falan unutmuşum da arkamdan seslenmişti garson, “You have forgetten your homework kıh kıh kıh” diye:D
Sizin de yolunuz bir gün düşerse keyifli gezmeler!
Emeğinize sağlık, çok güzel bilgiler 🙂🙏
BeğenBeğen
Teşekkür ederim ☺️ 🙏🏻
BeğenLiked by 1 kişi