
Öncelikle belirtmeliyim ki Japonlara ve genel olarak uzak doğu kültürüne hastayım! İç huzuru yakalama ve dünyaya daha felsefik bakma konusunda biz batı medeniyetlerine göre çok daha başarılı oldukları kesin. Tamam bizim de ne kadar batı olduğumuz tartışılır ama Japonya’ya göre epey batı sayılırız:)
Bu kitabı okuyan bazı insanların yeni bir şey anlatmıyor ki, bildiğimiz şeyleri söylüyor dediğini görüyor ve okuyorum. Evet İkigai kitabı bize dünyayı baştan keşfettirmiyor belki ama bilip de uygulamadığımız, bilsek de umursamadığımız, hatırlamaktan kaçındığımız ya da günlük yaşam koşturmacası içinde aklımıza getirmediğimiz çok basit ve yalın kuralları anlatıyor.
Bu günlerde yeni yeni uygulamaya başladığım bir teknik de çoklu okuma. Kişisel gelişim kitaplarını roman gibi elimize alıp baştan sonra kadar okumak sıkıcı olabiliyor evet. Ancak farklı bir ya da iki kitabı okurken yan kitap olarak okumak oldukça motive edici.
İkigai kitabı da önsöz ve sonsözle birlikte toplam 11 bölümden oluşuyor. Her gün, günlük mutluluk ve huzur alma dozu olarak bir ya da yarım bölüm okuyarak uzunca bir sürede bitirdim aslında bu kitabı. Ancak konuları birbirine karıştırmamak, okuyup sindirmek ve her gün hayatıma değen bir kesit okumak bana çok iyi geldi. Yanında birçok roman da okuduğum için, hiç sıkılmadan ve faydasını görerek okumuş oldum. Ama baştan sona alıp tek seferde bir tek bu kitabı okusaydım sıkılabilirdim, zaten bu endişeyle Şubat ayından beri elimde okumadığım kitabımı nihayet bu teknik sayesinde rafından çıkarabildim;)
Peki İkigai kitabı ne anlatıyor derseniz, uzak doğu kültüründe oldukça yaygın olan iç huzurumuzu nasıl yakalarız ve bu huzurun bir etkisi olarak da nasıl daha uzun ve mutlu yaşayabilirizi, iki İspanyol yazarın gözünden bize sunuyor kitap. İki Batılı yazarın, dışarıdan bu kültürü inceleyip bize farklı gelen kısımlarını da analiz etmeleri çok kıymetli.
Benim aklımda neler kaldı ne anladım derseniz, bir kez daha anladım ki adada doğup büyüyenler çok şanslı! Adalı kafası diye bir şey var, ki her Burgazada, Büyükada, Cunda Adası gibi lokasyonlara gittiğimizde de alenen hissettiğimiz bir şeydir kendisi.Bu uzun yaşayan(kitapta asırlık olarak geçiyor) amca ve teyzelerimizin çoğu da Mavi Kuşak olarak adlandırılan bir bölgede yaşıyorlar. Bu bölgelerin çoğu ise tahmin edeceğiniz gibi adalardan oluşuyor!
İkinci bir özellikleri ise yaşlanma karşıtı olarak her gün 1-2 kadeh şarap içiyor olmalarıymış. Ve hayır, bütün hafta içmeyip bir günde 14 kadeh içemiyormuşuz:)
Bu asırlık amca ve teyzelerimiz sosyalleşmeyi çok seviyorlar, sürekli bir komünite içindeler, dernekler, çay partileri, akşam kahveleri, mis! Sevdiğin insanları kaybetmeyeceksin, bağları koparmayacaksın. Evet herkesten nefret ediyorum ama yalnız da canım sıkılıyor diyeceksin, ama insanların arasına karışacaksın:) (Bazen insan hiç istemese de, kabul ediyorum)
Çoğu öğretinin ortak noktaları aslında aynı: her gün düzenli yürü, stresten uzak dur, zorlukları sükunetle karşıla, iyi uyu, az ye. Basit görünüyor değil mi? Bilmiyor da değiliz bunları. Peki ne kadar yapabiliyoruz? Ben şahsen sürekli kendime hatırlatmak zorunda kalıyorum. Yoksa her an bir kaygı çukuruna düşmem ya da stresin yol açtığı yorgunluktan elim ve kolumla bağlantıyı koparmam an meselesi! Her zaman başarabiliyor muyuz, tabii ki hayır, ancak yine de sık sık hatırlatmakta fayda olduğunu düşünüyorum.
Logoterapi bölümü bence oldukça ilgi çekici, psikanaliz ile karşılaştırılması ise bilgilendirici. Hani bazen neden mutlu değilim diye sürekli kendimizi sorgulayıp, sonra da daha da mutsuz oluruz ya, işte tam da bu noktaya parmak basıyor bu bölüm. Kendini ve duygularını kabullen, değiştirmeye kalkışıp daha beter batma o çamura demek istiyor. Eylemlerini değiştirebilirsin, ve o eylemler yeni duygular yaratır, sen ise duygularını kabul et ve serbest bırak yeter ki! Bu kısımda çok fazla ismi geçen Morita da Zen Budist’i imiş, evet söylemler çok benzer:)
Akış ile ilgili anlatılan kısımlar ise kitabın belkemeğini oluşturuyor bence. Yaparken kendinizi kaybettiğiniz, zaman algınızın kalmadığı uğraşlarınızı bulun. Bu uğraşlarınıza odaklanın.Hatta meslek olarak bu uğraşlarınızı seçerseniz asla emekli olmazsınız.İşte tam da bu sebeple Japonlarda tam anlamıyla emeklilik diye bir kavram bulunmuyor. Benim de İkigai’im gezmek, okumak ve bunlar hakkında yazmak olmalı diye düşünmeden edemedim:)
Asırlık vatandaşlarımızın röportajlarından kesitler de bulunuyor kitapta. Birisi kısa ve öz olarak “Yiyin ve uyuyun” demiş 🙂 !!!! Resmen kahkaha attım ve yorumsuz bırakıyorum bu kısmı, olay bu yani, kafa rahatlığına gel:)
Kitabın son kısmı ise daha çok beslenme ve egzersiz kısmına yoğunlaşıyor. Bu kısımlarda biraz sıkılmış olabilirim. Özellikle egzersiz kısmını youtube videoları ile değiş-tokuş yapmak isteyebilirsiniz. Beslenme kısmında her ortamda karşıma çıkan yeşil çay yine çıktı tabii ki, sevemedim şu mereti. Rafine şeker zehir, hepimiz artık biliyoruz. Sağlıklı beslenme o kadar sektör haline geldi ki, bu kısmı duymaktan ve okumaktan biraz sıkıldım, ancak Japon adalarındaki adamlar bizim gibi eften püften “organik” beslenmiyorlar tabii ki, uzun yaşamalarının bir sırrı da gerçekten sağlıklı ve doğal besleniyor olmaları.
Genel olarak benim arada sırada açıp tekrar tekrar kafa boşaltmak için bile okuyabileceğim, hafif sayılabilecek bir kişisel gelişim kitabıydı İkigai. Okursanız bir şey kaybetmezsiniz, belki bildiğiniz şeyleri tekrar hatırlarsınız en azından, ne dersiniz:)
Keyifli okumalar.